23 Ekim 2010 Cumartesi

Binayı yapıvermek

Binaların içinde hayata gözlerimizi açarız, besleniriz, oyunlar oynarız, büyürüz, evleniriz, sevişiriz, çocuklarımız olur, kavgalar edilir, sarhoş oluruz, yaşarız ve son nefesimizi veririz hatta bu yetmez öldükten sonra birde mezar yapar  bina içinde kalmaya devam ederiz.

Neticede farklı formatlarda düzenlenmiş dikdörtgensel bölümlerin bir araya gelmesi ile oluşmuş bu bir nevi kişisel kafeslerimiz hayatımızda her zaman için çok önemli bir yer tutar. Bu kişisel kafeslerimi hayatımızın başlangıcında herhangi bir tercih yapmadan paylaşırız, ailemizi seçme hakkımı yoktur. Zaman içinde tercihler yaparız, yaptığımız tercihler ile paylaşmaya devam ederiz. Alırız, satarız, çivi ile resim çakarız, oda ekleriz, oda çıkartırız, balkon kapatırız hayat çizgimizdeki değişikliklere uygun olarak binamızı değiştiririz. Bazen sırf hayatımızda değişiklik yapamadığımız için evimizi, evimizin içini değiştirir, kontrolümüz altında olmayan hayatımızı kontrol altına almış gibi yaparız.

Eskiden bina yapmak ciddi işti, farklı mesleklerden, farklı yetenekte ve farklı bilgiler ile donanmış insanlar bir araya gelir bir amaca yönelik olarak çalışırlardı. Binalar taştan yapılırdı, uygun taşlar taş ocaklarında seçilir, ustaca işlenir, ağaç kalıpların yardımı ile bir plana uygun olarak yerleştirildiklerinde bina ortaya çıkardı. Damı en son biraz iklime birazda keyfe uygun olarak işlenir bitirilirdi.

İçinde su boruları geçmediği için metrelerce kablo döşenmediği için, çok çeşitli alternatif malzeme olmadığı için, binaların her biri şeklen birbirine benzer ama inşa edenlerin ufak tefek dokunuşları ile kendilerine has karakterlerini kazanırlardı.


Bu süreç genellikle uzun sürdüğü için ustaların geçici yaşam alanları ile birlikte kendilerine has kültürleri de en azından inşaat tamamlanana kadar bir şekilde hayat bulurdu binanın çevresinde. Usta bina ilişkisi hiç bir şey olmasa damın aktarılması, yıkılan bahçe duvarının onarılması şeklinde ufak tefek işlerle, bina kullanıldığı sürece içinde yaşayanlar bulunduğu sürece devam ederdi.

Sonra sanayi devrimi daha çok insanı sınıf değiştirmeye zorlayınca, binaların karakteri de değişti, imkanlar artmasına olanaklar genişlemesine rağmen, binalar sıradanlaştı, standartlaştı, binayı inşa edenin önemi kalmadı, ruhsuz yapılar her yeri sardı.

İnşaat ustalarının kendine has gelenekleri kayboldu, kimse kimseyi tanımaz oldu. Binaların ömrü için 30 yıl uygun görüldü, kullanılan malzemeler doğaya uygun olmadığı için, yalan yanlış uygulandığı için gelecek kuşaklara en büyük güvencemiz olana binalarımız, kişisel ölüm makinelerimiz haline geldi. Depremde hemen yıkıldılar, yangın çıktı, elektrik çarptı ve asbestli borulardan gelen zehirli suları içtik. Bizleri koruması, kollaması gereken binalarımız artık kendi elimizle kazdığımız mezarlarımız haline geldi.

Devletlerde binalar ile benzer bir öyküye sahiptir. Farklı ustalıkta, farklı konulara hakim bir gurup insanın uyum içinde kendi kültürlerini aktararak yaşam felsefelerini aktardıkları, sınırları özenle çizilmiş sınırları ustaca belirlenmiş binalardır devletler ve gelecek kuşakların güvencesidir.

İnce hesaplarla yapılan planları devir değişti, şuraya oda ekleyelim, bu sütunu yerinden çıkartalım, damını tenekeden yapalım, orijinal kiremitlerini satalım, diyerek hoyratça değiştirirseniz o gelecek kuşakların güvencesi olması gereken bina, sessiz tuzaklarla dolu, yaşamın tesadüflere bağlı olduğu, sarsak, her an yıkılacakmış hissi veren, bırakın yüzyıllık yaşamı, on bilemedin on beş senelik ömrü olan, sanayi devriminin ucubesine döner.

Kendine  has dokusu kayboldu mu artık o başka bir şeydir ve artık hiç hoş değildir.

24.10.2010

1 yorum: