29 Ekim 2010 Cuma

Bulutların üstünde

Her gün ömrünüzü tükettiğiniz, bitmek tükenmek bilmeyen dakikalarınızı trafikte harcadığımız, her an ezilme tehlikesi ile yaşadığınız, zehirli kirli havasını soluduğunuz şehrin yukarıdan hani derler ya kuş bakışı neye benzediğini biliyor musunuz? Hiç merak ettiniz mi?

Aşağı yukarı bu  resme benziyor.

Peki oradan oraya yetişmek için çaba gösterirken, hayatınızın akıp giden dakikaları içinden hangisinin önemli olduğunu biliyor musunuz?

Geciktiğimiz toplantılar, geç kaldığımız buluşmalar, bir türlü yetişmeyen işler ve alışveriş merkezlerinde harcanan hayatlar. Çocuklarımız hızla serpilip büyürken, bizim kontrolümüz dışında yepyeni bir dünyaya adım atmaya hazırlanırken ömür dediğimiz defterin sayfaları hızla tükeniyor.

Ne Galatasaray ne Fenerbahçe çekişmesi ne her taşın altında aradığımız komplo teorileri, ne de artık sıradan gelen sıkıntılı iç karartıcı haber bombardımanı içinde bulunduğumuz ve tükettiğimiz zamanımızın "gerçek " değeri değildir.

Üniversite yıllarında bitmek tükenmek bilmeyen otobüs yolculuklarında neredeyse her kapta şoförü, her aracı ezbere tanır hale gelmiştim. Ne marka sigara içer, nerede hızlanır, hangi şarkıları dinler hepsini biliyordum. O yolun her bir kilometresini günün her farklı saatinde rahat koltuğumda otururken kat etmiştim.

İşten eve gelir gibi rahat ve emin hissediyordum kendimi. Her şey yolundaydı ve katlanılması gereken basit bir sıkıntıydı benim için oysa ömrüm geçiyordu.

Sonra bir gün aynı yolun çok emin olduğum defalarca kat ettiğim kısmını uçağın penceresinden görme şansım oldu. O bitmek bilmeyen yol ne kadar dar ne kadar ince ve kırılgandı.

Bulunduğumuz yükseklikten yolun üzerinde her iki yöne devam eden araçlar görülmüyorlardı ama onlar oradaydılar.

Yolun sağında solunda her yeri önce düzenli sürülmüş tarlalar ile sonra bomboş belki hiçbir insanın yaşamadığı topraklarla doluydu. Bizim tüm kaygılarımızın, endişelerimizin aslında ne kadar manasız olduğunu öğrendim o yolculukta.

Kendi yolumuzda insanüstü bir gayretle ilerlemeye çalışmaktan sağımızı solumuzu göremez hale geliyorduk. Hadi diyelim ki durduk şöyle bir etrafımıza baktık görebildiklerimiz görebilmemiz gerekenlerin çok küçük bir parçası idi.

Kendi küçük dünyamızda kaybolmuş küçük ruhlardık ve bunu anlamak için yükseklere çıkıp derin ve keskin bir bakışla kendimizi incelememiz gerekiyordu.

Hayat dediğimiz şey sadece televizyondaki diziler, bilgisayardaki yazılar, edilen kavgalar, tutulmayan sözler değil aksine kesinlikle çok dikkatli kullanmamız ve her anının kıymetini bilmemiz gereken çok nadir, çok kırılgan bir hediye.

Doğumuzla paket açılıyor ve ölümümüzle diğer çöplere karışıyor.

 Ne  bir eksik ne bir fazla.

Zamanı geldiğinde diğer çöpler arasında işte sonuna kadar tüketilmiş tek bir damlası bile ziyan edilmemiş muhteşem bir ömür örneği  diyebilmemiz dileği ile.

30.10.2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder