31 Ekim 2010 Pazar

Güzel yazı dersi

Biz  ilkokul üçüncü sınıftayken, ilk defa güzel yazı dersi ile tanıştık, temiz beyaz bir kağıt, kağıda düzenli yazı yazmak için hazırlanmış koyu çizgilerin dikkatle belirlendiği bir alt kağıt, yazı mürekkebi ve ucu kesik kalemden oluşurdu ders aletleri. Haftada bir saatti ve hiçte heyecanla beklemezdik çünkü beyaz çizgisiz kağıtta yapılan hatalar daha çok belli olurdu  ve mutlaka hata yapardık.

Normal zamanlarda ders esnasında kullandığımız kalemleri kalemtıraşla açardık. Çok güzel kokusu olurdu taze açılmış kalemin. Kalemlerin özle kalem kutusu olurdu ve dikkatle taşınırdı çünkü yere düşürülen kalemin içi kırıldığından, kalemtıraşla açmaya çalışırken, sivri uçlu kırık parçalar Kalemtıraşın içine sıkışırdı.

 Yeni bir başlangıç bir nevi şevk kaynağı idi yeni açılmış uçla yeniden yazmaya başlamak.

Kırmızı kalem ve cetvelle sayfanın kenarına çizgi çizer, saç örgüsü motifi ve renkli kalemlerle süslerdik defterlerimizi.

Güzel yazı dersinde o mürekkep mutlaka damlardı temiz kâğıdın üstüne, diğer derslerde de elimizin kenarına kurşun kalem tozu bulaşır ve bütün sayfa gri gölgeli hale gelirdi. Defterin sayfalarını yırtmamıza izin verilmezdi, kirli sayfalarda ki harfleri biraz büyütür kelimeler arasını biraz açarak bir an önce yeni sayfaya geçmek için aklımızca numara yapardık.

Silgilerimiz devlet malzeme ofisinindi, beyaz renkli olanlar kıymetliydi, ortasındaki delikten ip geçirip boynumuza asardık, yurt dışında akrabası olanların kokulu silgileri ve renkli kalemleri olurdu. Kalemtıraşlar plastiktendi ve kısa zamanda körelir yada kırılıp işe yaramaz hale gelirdi.

Tüm bu şartlar altında, bilgisayar ekranının sayfasında tekrar tekrar düzelt tuşuna basma seçeneğimiz olmadan yâda yazdığımız yazıyı kimseler görmeden imha etme şansımız yokken, yine de  kâğıdımızın kenarını çizmeye devam ettik ve yaz aylarının sıcağında terleyen ellerimizin kâğıdımız üstünde bıraktığı  garip izleri  kabullenmeyi öğrendik.

Hayatın ta kendisi idi o defter sayfası ve her seferinde yeniden yazmak yerine, elimizdekinin kıymetini bilmeyi ve elimizdeki ile yetinmeyi öğrendik. Tüm kiri ile pisliği ile eksikliği ve çirkinliği ile hayatı kabullenmeyi öğrendik o sıralarda. 

Resim öğretmenimiz, resmin mutlaka kenar çizgilerinin olması gerektiğini ve kafamıza göre resim çizemeyeceğimizi öğretti bizlere, müdür muavini isimli o zat elindeki cetvelle arkadaşlarımızın ellerine vururken sıramız gelsin diye beklemeyi öğrendik. Sınıfta konuşulmaz, fikir beyan edilmez ve öğretmeni zor durumda bırakacak sorular sorulmazdı. Bizler halimize şükretmeyi, elimizdekinin kıymetini bilmeyi biraz da o cetvel vuruşlarının hatırına bir güzel öğrendik.

Öyle ya bizden daha şansızlar vardı iansımızı zorlamak, bilinenin dılına çıkmak imkansızdı. Zigana Kop Gülek,Torosları aşan geçitlerdi. O geçitlerin bir başkası var mı asla araştırmadık.

Sormayan, araştırmayan ve kendi kaderini kendi ellerinde tutmayı bilmeyen nesiller olarak, bu günkü Türkiye’nin altına imzamızı attık.
01.11.2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder