2 Kasım 2010 Salı

Koloninin öyküsü

Yüksek tepenin hemen eteklerinde, denizin toprak ile buluştuğu yerin az ötesinde kurulu yüksek duvarlar ile çevrili kolonilerin izlerini bütün Akdenizde sürmek mümkündür. Duruma göre en fazla 10 beş kilometre içinde denizde kıyıya yakın kalmak şartıyla herhangi bir yöne giderseniz mutlaka bir sonraki koloni şehrinin kalıntılarına rastlarsınız.

Denizi;altı düz gemilerin yanaşması için doğal bir liman özelliği taşıyan  uygun bir zemine ve nispeten açık denize göre sakinliğe sahiptir. Derinlerden gelen sıcak su kaynağı denizin soğukluğunu düşürür ve iklimi yumuşatır. Sıcak ve soğuk akıntılar birbiri içine girmişken, tatlı su kaynağı da hemen neredeyse elinin altındadır koloni sakinlerinin.

Binalar taştan sağlam  en fazla iki katlıdır. Suyolları ile taze su şehrin her yerine ulaştırılır. en yakın koloni genellikle bir gün mesafededir. Diğer koloni mensuplarının  yaptığı ziyaretlerde kullanılmak  için bir tapınak birde asıl koloni  sakinleri için yapılmış daha görkemli ve genellikle dairesel bir görünüşe sahiptir. Alışveriş merkezi yüksek tepenin eteklerinde ve bütün yollardan kapıların görülebildiği merkezi bir konumdadır.

Bazı şanslı kolonilerin gemilerin emniyetle sığınmasını sağlayan deniz içinde mağaraları ya da kara içine kadar giren suyolları vardır. Gemiler her an harekete geçmeye hazır buralarda saklanır.

Bölgenin volkanik yapısına ve birbiri üzerindeki toprak katmanlarının sıkıntılı stres atma girişimlerinden doğan depremler arada sırada yıkar geçer siteleri, her keresinde yeniden kurulur bu siteler. Yer altında yaşayan tanırrılar adına yepyeni mabetler inşa edilir ve sonra yer altındaki tanrılar unutulmaya yüz tutunca bir kere daha aynı kabus görülür.

Yönetimleri merkezi kent devletlere benzer, senatoları, danışma kuruları hatta bazılarında gladyatörlerin dövüştüğü arenaları bile vardır. Kendi paralarını basarlar, kendi gemilerini yaparlar, kıvırcık saçlı kumral, bazıları renkli gözlü, atletik, sıhhatli bir yapıları vardır. Hekime işleri az düşer, az hastalanır çabuk ölürler.

Bu üç tarafı denizlerle çevrili sırtını aşılmaz dağlara dayamış minik cumhuriyetler denizden gelen akıncılar tarafından değil de, dağları aşıp gelen kara derili, kara gözlü, çatık kaşlı gür sakallı insanlara yenildiler. Çünkü kendileri denizci olduğundan aşılmaz zannettikleri dağlara sırtlarını dayayıp kendilerini emniyette sanmışlardır.

Hayatlarında denize açılmış insanlardı istilacılar ve hastalıktan hatta çekik gözlü sarı ırkın intikamından kaçıyorlardı. Çeviktiler, korkusuzdular ve sayıca çoktular.

Evlendiler yenilgiye uğrattıkları koloni sakinleri ile soylar karıştı, birer ikişer terk edip kolonileri içlere çekildiler. Balıkçılık değil keçi beslemek ilgilerini çekti, ticarete zaten kafaları basmazdı.

 Koloni sakinlerinin intikamı ağır oldu, bu yeni nesil burunlarının dibindeki denizden faydalanamadılar hiçbir zaman, ithal denizciler ile bir ara hüküm sürdüler denizlerde ve sonra çekildiler sessizce denizlerden bir daha isimleri duyulmadı.

Koloni sakini dedelerinden yıkılanı yeniden yapmayı, tepeleri aşıp gelen dedelerinden inatçı olmayı ve hayata tutunmayı öğrendiler. Ancak göçebelikten kurtulamadıkları için her daim günü birlik yaşadılar. Yaşadıkları topraklarda kendilerine ait bir iz bırakmayı başaramadılar. Herkese tanıdık gelirlerdi lakin herkesden farklı, bir başlarına, duygusal ve kendi kendilerini yiyip bitirmekte ustaydılar.

1 yorum:

  1. Deniz mi? Miras paylaşımında; denize yakın toprakları üretime uygun olmadığı için hep kız çocuklarına verdiler. Zaman geçipte deniz denizcilikle değil ama turizm ile kıymete binince kıyılardaki söz hakkı kibelenin kız çocuklarına geçti :-))

    Şimdilerde de o kolonilerin torunları eti ve tarım için tohumu de ithal eder oldular :-((

    YanıtlaSil