11 Aralık 2010 Cumartesi

Kaybolmak üzerine

Bilmediğiniz bir yere gittiğinizde en büyük yardımcınız GPRS cihazları oldu artık, Fiyatları son derece makul, kullanımı kolay, önce bulunduğunuz yerin yatay ve dikey koordinatlarını tespit ediyor, deniz seviyesine göre yüksekliğinizi ölçüyor.Böylece en azından matematiksel bir şekilde kaybolmaktan kurtulmuş oluyorsunuz. Ekranda görünen rakamları bir arkadaşınıza söylerseniz ve onun da benzer bir aleti varsa işler kolay. Arkadaşınızın tek yapması gereken iş kendi cihazının ekranında sizin ona verdiğiniz değerleri görene kadar ilerlemek.
Tabii artık iş bu kadar karmaşık değil! Bir de harita yüklemişler böylece harita üzerinde nerede olduğunuzu görebiliyorsunuz, sonra hastaneleri, benzincileri, okulları, alışveriş merkezlerini de yüklemişler bir basıyorsunuz düğmeye, en yakındaki hastaneden başlayarak hepsi önünüze geliyor mesela. Sonra, gitmek istediğiniz adresi giriyorsunuz, yaya veya araçlı oluşunuza göre gitmek istediğiniz yere götürüyor sizi.
Teknoloji gerekli mi değil mi sorusuna verilebilecek en güzel cevaplardan biri bence bu cihaz. Çevrenizdeki her şeyden haberiniz oluyor ve tercihlerinizi elinizdeki bilginin zenginliğine göre yapabiliyorsunuz. Cihazınızın pilleri dolu olduğu sürece kaybolmanız mümkün değil, Yüreğinizin dilediği, ciğerinizin yettiği her yere gidebilirisiniz.
19. yüzyıla kadar hayatının herhangi bir anında nerede olduğunu, kim olduğunu, nereye gittiğini, neden öyle bir seçeneği tercih ettiğini anlamak için insanların elinde fazla bir referans yoktu. Belki birkaç kitap, belki bir dini yayınlar birde yaşlılar, ekeler ve akşam aile toplantılarında anlatılan hikâyeler vardı. O şartlar içinde dahi birçok inanılmaz iş başarılmıştı çünkü insan ruhu sonsuz merakı ve doymak bilmez macera tutkusu ile elindeki kısıtlı imkânları sonuna kadar kullanmaktan kaçınmıyordu.
Netice de bu tutkusunun bir sonucu olarak ortaya çıkan eksi ve artı kutuplara hükmetme ve dilediğinin kutbunun değiştirme olanağı, inanılmaz imkânları da beraberinde getirdi. Her zamanki acımasızlığı ile bu imkanları önce neslinin soyunu kurutmak amacı ile kullanan insanoğlu, daha yeni ve ileri şeyler keşfettikçe eski kabul ettiği teknolojileri sizin, benim gibi sıradan insanların emrine sunmakta bir sakınca görmedi.
Bu gün elimizin altında binlerce teknolojik yardımcı olmasına ve bütün bu teknolojik nimetler esasında hayatı daha iyi anlamamız ve yolumuzu kaybetmememiz için kullanımımıza sunulmuş olmasına rağmen (iyi niyetli oldukları kabulü ile), insanoğlu bugün her zamankinden daha duyarsız, daha niteliksiz olmayı tercih etti. Kendi açısından oldukça haklı ve mazur görülebilir bir durum. Bundan çok değil 50 yıl evvel gazetelerden okuduğumuz savaşları artık evimizde televizyon başında mısır patlağı yerken birebir seyredebiliyoruz canlı yayında, yada sel baskınında hayatını kurtarmaya çalışanların umutsuz çabasını veya depremin görüntülerini ekranlarımızda ileri geri oynatarak defalarca izleyebiliyoruz, cinayetler, darplar, dönen dolaplar,atılan kazıklar, hileler, hurdalar, dolandırıcılıklar,göz göre göre söylenilen yalanlar, hepsi ve daha fazlası teknolojinin bütün nimetleri ile kulaklarımızdan beynimiz akıyor.
Bunun doğal sonucu olarak insanoğlu en iyi bildiği savunma cihazını hemen devreye sokmaktan başka çare bulamıyor. Kalkanlar kapanıyor ve soğuk, ilgisiz, duyarsız insanlar olmayı tercih ediyoruz. Soğuk, ilgisiz, duyarsız, adam öldürmenin, adam dövmenin, hırpalamanın, dolap çevirmenin, kazık atmanın normal olduğunu düşünen bir nesil yetişiyor önümüzde ve yarınlarımızı onlara emanet ediyoruz.
 1970 lerde gündeme gelen Dallas dizisini izleyerek yetişen çocuklar, bu günkü dizi bombardımanının izleyen çocukların yanında aldıkları tüm hatalı kararlara ve sebep oldukları sıkıntılar karşı yine de masum kalıyorlar.
İş, ev, okul çemberi içinde kaybolmuş ruhların, ilgisizliği ve çaresizliği, gittikçe daha çok günlük hayatımızı etkilemekte. Ancak her şeye rağmen, öncelikle cevabının bulunması gereken bir soru var. Esasında bu sorunun cevabı her sabah yüzümüzü yıkarken önünde durduğumuz aynada gördüğümüz gözlerin derinliklerinde gizli ve sadece cesaretle konunun üzerine gidilmesini bekliyor.
Biz nerdeyiz, hayatın içindeki yerimiz neresi, kişiliğimize, birikimimize geçen her gün, her an neler ekleyebiliyoruz, denizden yüksekliğimiz ne? Nereye gidiyoruz, hedefimiz ne, ileriye doğru gidebiliyor muyuz? Yoksa hal aynı yerde miyiz? Çevremizin ve çevremizdekilerin ne kadar farkındayız?
Kendinize bir teknolojik harika aldığınız farz edin.
Bu harika, size farkında olduğunuz andan itibaren kendinizde yarattığınız değişimleri göstererek sığ insanlara göre olan yüksekliğinizi gösterecektir. Aynı şekilde hala içinize kapanıp olduğunuz yerde kalmadıysanız attığınız adımların sizi götüreceği yönü gösterecektir ve bu cihazın, alış veriş merkezlerini, sinemaları değil de, çevrenizde sizi seven ve sizin ihmal ettiğiniz kişileri ve yardımınıza ihtiyaç duyan muhtaçları gösterecektir.
Ne güzle olurdu değil mi?
Hayatımız bir anlam kazanırdı.
Aslında galiba vicdan dedikleri şey bu ….
Adelaide 2010

2 Aralık 2010 Perşembe

suyun kenarı

Suyun kenarı;
Çölün ortasında 55 derece sıcaklıktan uzun süre yürüdükten sonra tam susuzluk beyninize vurmuşken, aniden karşınıza etrafı yeşilliklerle çevreli bir su birikintisi çıksa ne yaparsınız? Genel eğilim içebildiğiniz kadar su içip birde suyun içine girip geçirdiğiniz zor günlerin tozundan toprağından kurtulmaktır.  
Netice diyare ile kurumuş bir vücut, yüksek ateş, muhtemel av hayvanlarının bir daha uzun süre oraya uğramaması olacaktır.
Çöl insanlarının yaklaşımı ise, önce av hayvanlarının kullandığı yolları tespit edip oraları kullanmadan suya yaklaşmak, yeteri kadar yaklaşınca nemli olduğu için nispeten daha kolay bir şekilde suyun kenarında ufak bir çukur açıp beklemek olacaktır. Kısa bir süre sonra bileşik kaplar teorisine göre kum tarafından süzülmüş, muhtemelen mikroplardan arınmış su açılan yeni çukurun içinde ana su birikintisinin hizasına gelen kadar yükselerek bir küçük temiz su havuzcuğu oluşturacaktır. Çöl adamı buradan temiz su ile susuzluğunu giderdikten sonra çukuru tekrar kapatacak ve geldiği gibi uzaklaşacaktır.
Böylece kendinden sonra gelenlerde temiz su ve eğer açlarsa avlanacak hayvan bulabilecekleri su rezervini kolayca ve kullanılabilir şekilde bulacaklardır.
Bu gün birçok şehrimizin çevresini nasıl harap ederek büyüdüğünü görmek için birkaç yıllık uydu fotoğraflarını karşılaştırmak yeterlidir. Birkaç sene öncesine kadar, yeşil olan su havzaları artık çevresi villalar ya da sanayi tesisleri ile kaplı suyun içinde debelenip kirinden pasından kurtulmaya çalışan insanın yapacağı tahribatın çok daha fazlası ile karşı karşıyadır.
  Çöl adamı, yalnızlığın içinde bir başka çöl adamı ile karşılaştığında da aynı yolu kullanmaktadır. Önce, belirli bir mesafede durmakta ve rahatsız etmeyecek bir şekilde bir süre kalmak için gerekli düzenlemeleri yapmaktadır. Sonra diğer çöl adamının geçtiği yolları taciz etmeden daha yakın ama onu  rahatsız etmeyecek bir yere bir başka kamp yeri daha kurmakta ve bir küçük hediye bırakmaktadır. Karşılıklı hediye alışverişi gerçekleşirse asla birbirlerini rahatsız etmeyecek şekilde bir süre aynı bölgeyi paylaşmaktadırlar.   Dünya herkese ait olduğu için paylaşamadıkları bir şey yoktur. Birbirlerinden ayrılırlarsa bunun nedeni yoğun bir anlaşmazlık değil sadece o bölgenin kendini peşlerinden gelecekleri hazırlayabilmesi için bir fırsat vermektir.  Genellikle bırakıp giden daha genç ve daha güçlü olandır. Çünkü onun hayatını yeniden kurma olasılığı çok yüksektir.
İnsan ilişkileri de çölde karşılaştığımız vahaya benzer, zor bulanan iyi arkadaşları, samimi ve içten davranışları susuzluğumuzun verdiği hoyratlığımızla nasıl da dağıtır, parçalar ve kullanılmaz hale getiririz.
Karşımızdakinin özel yaşamını saygı göstererek, aynı mekânı paylaşmayı öğrenmek, bize verilen değeri karşılıksız bırakmamak ve dünyada yalnız olmadığımızın her zaman bilincinde olmak niye bu kadar zordur?
 Daha da önemlisi gelecek kuşaklara bırakacağımız örnekleri oluşturmak için neden yeterince gayret sarf etmiyoruz? Oğlumuzun yâda kızımızın kendilerine örnek alacakları yaşam tarzları bizlerin şu anki yaklaşımından farklı olabilir mi? Onlarda gözlemlediğimiz, yüzeysel ilişkilerin, marka düşkünlüğünün, sorumsuzluğunun,  plansızlığın, neşeli kahkahaların arkasındaki yalnızlığın sebebi sadece değişen eğitim sistemi, televizyon dizilerindeki saçmalıklar ve yoğun iş tempomuz nedeni ile onlarla yeterince ilgilemememiz mi   yoksa  bizlerde her gün gördükleri maskelerimizin arkasındaki boşluğu anlayacak kadar bizlere yakın olmaları mı?
 Günlük, dakikalık, anlık yaşamanın en güzel örneklerini verirken yarınlara bırakacağımız miras, hiçlikten öte ne olabilir?
Adelaide  2010