2 Aralık 2010 Perşembe

suyun kenarı

Suyun kenarı;
Çölün ortasında 55 derece sıcaklıktan uzun süre yürüdükten sonra tam susuzluk beyninize vurmuşken, aniden karşınıza etrafı yeşilliklerle çevreli bir su birikintisi çıksa ne yaparsınız? Genel eğilim içebildiğiniz kadar su içip birde suyun içine girip geçirdiğiniz zor günlerin tozundan toprağından kurtulmaktır.  
Netice diyare ile kurumuş bir vücut, yüksek ateş, muhtemel av hayvanlarının bir daha uzun süre oraya uğramaması olacaktır.
Çöl insanlarının yaklaşımı ise, önce av hayvanlarının kullandığı yolları tespit edip oraları kullanmadan suya yaklaşmak, yeteri kadar yaklaşınca nemli olduğu için nispeten daha kolay bir şekilde suyun kenarında ufak bir çukur açıp beklemek olacaktır. Kısa bir süre sonra bileşik kaplar teorisine göre kum tarafından süzülmüş, muhtemelen mikroplardan arınmış su açılan yeni çukurun içinde ana su birikintisinin hizasına gelen kadar yükselerek bir küçük temiz su havuzcuğu oluşturacaktır. Çöl adamı buradan temiz su ile susuzluğunu giderdikten sonra çukuru tekrar kapatacak ve geldiği gibi uzaklaşacaktır.
Böylece kendinden sonra gelenlerde temiz su ve eğer açlarsa avlanacak hayvan bulabilecekleri su rezervini kolayca ve kullanılabilir şekilde bulacaklardır.
Bu gün birçok şehrimizin çevresini nasıl harap ederek büyüdüğünü görmek için birkaç yıllık uydu fotoğraflarını karşılaştırmak yeterlidir. Birkaç sene öncesine kadar, yeşil olan su havzaları artık çevresi villalar ya da sanayi tesisleri ile kaplı suyun içinde debelenip kirinden pasından kurtulmaya çalışan insanın yapacağı tahribatın çok daha fazlası ile karşı karşıyadır.
  Çöl adamı, yalnızlığın içinde bir başka çöl adamı ile karşılaştığında da aynı yolu kullanmaktadır. Önce, belirli bir mesafede durmakta ve rahatsız etmeyecek bir şekilde bir süre kalmak için gerekli düzenlemeleri yapmaktadır. Sonra diğer çöl adamının geçtiği yolları taciz etmeden daha yakın ama onu  rahatsız etmeyecek bir yere bir başka kamp yeri daha kurmakta ve bir küçük hediye bırakmaktadır. Karşılıklı hediye alışverişi gerçekleşirse asla birbirlerini rahatsız etmeyecek şekilde bir süre aynı bölgeyi paylaşmaktadırlar.   Dünya herkese ait olduğu için paylaşamadıkları bir şey yoktur. Birbirlerinden ayrılırlarsa bunun nedeni yoğun bir anlaşmazlık değil sadece o bölgenin kendini peşlerinden gelecekleri hazırlayabilmesi için bir fırsat vermektir.  Genellikle bırakıp giden daha genç ve daha güçlü olandır. Çünkü onun hayatını yeniden kurma olasılığı çok yüksektir.
İnsan ilişkileri de çölde karşılaştığımız vahaya benzer, zor bulanan iyi arkadaşları, samimi ve içten davranışları susuzluğumuzun verdiği hoyratlığımızla nasıl da dağıtır, parçalar ve kullanılmaz hale getiririz.
Karşımızdakinin özel yaşamını saygı göstererek, aynı mekânı paylaşmayı öğrenmek, bize verilen değeri karşılıksız bırakmamak ve dünyada yalnız olmadığımızın her zaman bilincinde olmak niye bu kadar zordur?
 Daha da önemlisi gelecek kuşaklara bırakacağımız örnekleri oluşturmak için neden yeterince gayret sarf etmiyoruz? Oğlumuzun yâda kızımızın kendilerine örnek alacakları yaşam tarzları bizlerin şu anki yaklaşımından farklı olabilir mi? Onlarda gözlemlediğimiz, yüzeysel ilişkilerin, marka düşkünlüğünün, sorumsuzluğunun,  plansızlığın, neşeli kahkahaların arkasındaki yalnızlığın sebebi sadece değişen eğitim sistemi, televizyon dizilerindeki saçmalıklar ve yoğun iş tempomuz nedeni ile onlarla yeterince ilgilemememiz mi   yoksa  bizlerde her gün gördükleri maskelerimizin arkasındaki boşluğu anlayacak kadar bizlere yakın olmaları mı?
 Günlük, dakikalık, anlık yaşamanın en güzel örneklerini verirken yarınlara bırakacağımız miras, hiçlikten öte ne olabilir?
Adelaide  2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder